İstihkak Davası Nedir?
İstihkak davası esasen mülkiyete
dayalı olan davalardan birisidir. Dolaysız zilyet durumunda olmayan malikin,
malik olmayan haksız dolaysız zilyede karşı açtığı dava” olarak
tanımlanmaktadır.
Bir malın maliki olan kişi çeşitli
sebeplerle bu mal üzerindeki fiili hakimiyetini yitirmiş olabilir. Örneğin bir
kişinin aracının çalınmış olması, saatini kaybetmiş olması, bir arkadaşına
emaneten bırakmış olduğu tablosunun haczedilmiş olması gibi. Bu gibi durumlarda
kişiler mülkiyet hakkına dayanarak dava konusu eşya üzerinde üstün hak
iddiasında bulunmaktadırlar.
Öğretide bu dava
“Dolaysız zilyet durumunda olmayan malikin, malik
olmayan haksız dolaysız zilyede karşı açtığı dava” olarak tanımlanmaktadır
(Bkz. Kemal OĞUZMAN - Özer SELİÇİ - Saibe OKTAY ÖZDEMİR; Eşya Hukuku, 2009, s. 236). Bu şu
demektir:
İstihkak Davası Özellikleri
•
Bu davayı malik açmaktadır.
•
Malik dolaysız zilyet durumunda değildir, yani
mal üzerindeki fiili hakimiyeti son bulmuş, mal elinden bir şekilde çıkmıştır.
• Davalı kişi malik olmayan bir kişidir; zira bir
malın malikine karşı istihkak davası açılamaz. Bilakis istihkak davası açmak
hakkı malike aittir.
• Davalı, dava konusu mal üzerinde dolaysız
zilyettir; yani dava konusu malı fiilen elinde bulundurmaktadır.
•
Bu elde bulundurma vakası haksızdır. Yani
hukuken meşru görülen bir
sebebe dayanmamaktadır.
İstihkak Davası Hangi Durumda Açılamaz
Bu dava haklı bir sebeple malı elinde bulundurana karşı açılamaz.
Örneğin kiracı da esasen malik olmadığı bir malı fiilen elinde bulundurur ancak
haksız değildir.
Dolayısıyla hiçbir malik geçerli bir kira sözleşmesi ile zilyet durumunda bulunan
kişiye istihkak davası açamaz.
İstihkak davası açılması için uyuşmazlık konusu malın dolaysız
zilyetin hakimiyetinde haksız olarak bulunması gereklidir. Örneğin bir hırsızın
elinde bulunan tablo, geçersiz bir hukuki ilişkiye dayalı olarak bir malı elde
ettiğini düşünen kişi gibi.
Eğer uyuşmazlık konusu mal bir taşınır ise, dava sonucunda elde edilen ilam icraya konulur ve söz konusu eşyanın sahibine iadesi sağlanır.
Ancak eğer uyuşmazlık konusu mal bir taşınmaz ise, tapu sicilinin düzeltilmesi davası açılması gereklidir. Bu dava, istihkak davasının işlevini yerine getirecektir.
Olaya daha yakından bakalım; Eğer malik bir taşınır malı kendi rızası
ile birisine teslim etmiş, o kişi de bu malı bir başkasına satıp teslim etmişse
ne olacaktır?
Diyelim
ki malik (A) bir taşınır malı (saat gibi) emaneten ya da tamir maksadıyla bir
kişiye (B) teslim etmiş, o kişi de bu malı bu durumdan habersiz olan
üçüncü bir kişiye (Ü) satıp
teslim etmiştir. Şimdi malik (A), durumdan habersiz olan (Ü)’ye karşı istihkak davası açabilecek midir?
Malikin
malı kendi iradesi ile teslim etmiş olduğu durumlarda zilyetliği iktisap eden
kişi “emin sıfatıyla
zilyet” olarak isimlendirilir. Bu örnekte
(B) emin sıfatıyla zilyettir.
Bu kişiden iyiniyetle iktisap edilen taşınırlarda mülkiyet iyiniyetli
(durumdan habersiz) üçüncü kişiye geçmektedir.
“Bir taşınırın emin
sıfatıyla zilyedinden
o şey üzerinde
iyiniyetle mülkiyet veya sınırlı aynî hak edinen kimsenin edinimi, zilyedin bu
tür tasarruflarda bulunma yetkisi olmasa bile korunur.” (TMK; m. 988)
Dolayısıyla eğer
malik, (Ü)’ye karşı bir istihkak davası açacak
olursa bu davası reddedilecektir.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, (Ü)’nün söz konusu malı (B)’den satın alırken malın aslında (A)’ya ait olduğunu bilmemesidir. Buna “iyiniyet” denir. Eğer (Ü) durumu biliyorsa ya da bilmesi gerekiyorsa hukuken kötü niyetlidir. Bunu ispatlamak davacıya düşer. Eğer bu durum ispatlanırsa (Ü) malın mülkiyetini kazanamaz ve bu sebeple “haksız dolaysız zilyet” olacağından istihkak davasını kaybeder
Evet
dava açabilir. Ancak kanun buna “taşınır davası”
demektedir, bu dava mülkiyete değil zilyetliğe dayanmaktadır ve bu sebeple
istihkak davasından ayrıldığı bazı noktalar mevcuttur. Ancak teknik nitelikte
olan bu konular yazımızın amacını aşar.
Biz
aynı maksada hizmet ediyor olması sebebiyle taşınır davasını da bu yazı
kapsamında kısaca anlatmış olacağız. Örneğin (A)’ya ait tablo, hırsız (H) tarafından
çalınmış ve sonra da durumdan habersiz (Ü)’ye
satılmıştır. Bu durumda hırsız (H), “emin sıfatıyla zilyet” olmadığından (Ü)’nün iyiniyeti kural olarak
korunmaz. Malı iade ile yükümlüdür. Özetle taşınır davası açılırsa bu malı (A)’ya iade
etmek zorunda kalır.
Taşınır
davası 5 yıllık hak düşürücü süreye tâbidir, istihkak davasından önemli bir farkı da budur. Bu dava
kaybedilecek olursa malik ayrıca mülkiyet hakkına dayalı istihkak davasını
herhangi bir süreye tâbi olmaksızın açabilir.
Soruya
tekrar dönecek olursak, eğer
(Ü) bu malı bizzat hırsız (H)’den değil de, bu tür malları satan Pazar, açık arttırma gibi
yerlerden almış ise ne olacaktır? İşte bu durumda kanun (Ü)’nün iyiniyetine hukuki sonuç bağlamaktadır. (Ü) söz konusu malı yine iade etmekle yükümlü olacaktır, ancak ödediği bedeli geri alma hakkı
vardır (TMK; m. 989). Bu hüküm sadece taşınır davasında değil istihkak
davasında da uygulanır.
“Taşınırı çalınan,
kaybolan ya da iradesi dışında başka herhangi bir şekilde elinden çıkan zilyet,
o şeyi elinde bulunduran herkese karşı beş yıl içinde taşınır davası açabilir.
Bu taşınır, açık artırmadan veya pazardan ya
da benzeri eşya satanlardan iyiniyetle edinilmiş ise; iyiniyetli birinci ve
sonraki edinenlere karşı taşınır davası, ancak ödenen bedelin geri verilmesi koşuluyla
açılabilir.
Diğer konularda iyiniyetli zilyedin
haklarına ilişkin hükümler uygulanır.” (TMK; m. 989)
Eğer
zilyedin iradesi dışında elinden çıkan taşınır mal para veya hamiline yazılı
senet ise bunu ele geçiren iyiniyetli (Ü)’ye
karşı taşınır davası açamaz.
“Zilyet, iradesi dışında
elinden çıkmış olsa bile, para ve hamile yazılı senetleri iyiniyetle edinmiş
olan kimseye karşı taşınır davası açamaz.” (TMK; m. 990)
İstihkak Davası Sürecinde Davacı Neyi İspat Etmelidir?
Davacı mülkiyet hakkını ispat etmek zorundadır. Ayrıca davalının –dava tarihinde- dolaysız zilyet olduğunu (eşyayı fiilen elinde bulundurduğunu) ispat etmelidir.
Yukarıda
ifade ettiğimiz üzere istihkak davasında ispat yükü esasen davacıya ait
bulunmaktadır. Ancak davalı karşı ispat hakkını kullanarak malın mülkiyetinin
kendisine ait olduğunu ispat ederek davacının iddiasını açıkça dayanaktan
yoksun bırakabilir.
Bunun
dışında istihkak davası haksız zilyede karşı açılabileceğinden davalı
zilyetliğin haklı bir sebebe dayandığını (kira sözleşmesi, rehin hakkı vs.) ispat edebilir. Bu iddiası, usulen “itiraz”
niteliğindedir ve dava malzemesinden anlaşıldığı kadarıyla mahkeme bunu her
durumda re’sen
dikkate almak durumundadır.
İstihkak davası mülkiyet hakkına dayalı ayni bir talep içermektedir. Bu sebeple zamanaşımına tâbi değildir.
İcra takibinin maksadı, borçlunun haczi mümkün olan mallarını haczederek paraya çevrilmesi yoluyla alacaklının alacağının ödenmesidir. Bununla birlikte değişik gerekçelerle haciz esnasında borçluya ait ikamette bulunan fakat üçüncü kişilere ait bulunan mallar da haczedilmiş olabilir. Bu durumda söz konusu mallar borçluya ait olmadığı için onların satılması ve paraya çevrilmesi icra takibinin amacıyla bağdaşmaz. Bu sebeple gerek borçlu gerekse üçüncü kişiler tarafından istihkak iddiası olan bu gibi mallar için hak iddia etmek mümkündür.
Haciz
sebebiyle istihkak davası, işte bu gibi durumlarda istihkak iddiasını –sadece
somut icra takibi için geçerli olmak üzere- inceleyerek söz konusu mal üzerinde gerçekleştirilen
haczin hukuken mümkün olup olmadığını belirlemek talebinden ibarettir. Bu
inceleme neticesinde mal üzerinde üçüncü kişinin istihkak iddiası kabul
edilirse haciz kalkar, ancak eğer
malın borçluya ait olduğu anlaşılırsa söz konusu mal
üzerinde haciz devam eder.
Haciz sebebiyle istihkak davası takip hukukuna ilişkin bir davadır (Hakan PEKCANITEZ- Muhammed ÖZEKES vd.; İcra ve İflas Hukuku, 2011, s. 290).
Haciz esnasında borçlunun elinde bulunan bir mal haczedilmiştir, ancak borçlu bu malın kendisine değil, başka bir kişiye ait olduğunu ifade eder. Bu iddiaya hacizde istihkak iddiası denir. İcra müdürü bu iddiayı tutanağa geçirir.
Soru: Hacizde istihkak iddiası ne zaman ileri
sürülür?
Hacizde istihkak iddiası, borçlu veya üçüncü kişinin bir malın haczedildiğini öğrenmesinden itibaren 7 (yedi) gün içerisinde ortaya konulmalıdır. Aksi hâlde aynı takipte bu iddiayı ileri sürme imkânı ortadan kalkar (İİK; m. 96/III).
Bu
iddia icra dairesi tarafından taraflara bildirilir. Bu andan itibaren durumu
ikiye ayırarak incelemek gerekir:
a) Eğer
istihkak iddiasına itiraz edilmezse
Alacaklı
ve borçlu 3 (üç) gün içerisinde bu iddiaya itiraz etmezlerse bu iddiayı kabul
etmiş sayılırlar (İİK; m. 96/II). Bunun neticesinde mal sahibine iade edilir.
b) Eğer
istihkak iddiasına itiraz edilirse
Bu
durumda icra dairesi dosyayı icra mahkemesine gönderir. Bu durumda genelde ilk etapta üçüncü kişiden teminat almak
suretiyle icra takibinin –sadece bu mal yönünden- ertelenmesine karar verilir. Duruma göre mahkemenin söz konusu çekişmeli mala ilişkin olarak
takibin ertelenmesine dair karar vermemesi de mümkündür. Her iki durumda da
üçüncü kişinin 7 (yedi) gün içerisinde aynı mahkemede istihkak davası açması gerekir.
Eğer bu davayı
açmaz ise, alacaklıya karşı olan istihkak iddiasından vazgeçmiş sayılır ve
alacaklı söz konusu malın
satışını talep edebilir (İİK; m. 97/VI)
Eğer dava açılmış ise neticesine göre durum değişir. Dava kabul
edilirse mal üçüncü kişiye iade edilir, dava reddedilirse mal üzerindeki takip
kesinleşir.
Evet mümkündür ve uygulamada yaygındır. Yeter ki 7 günlük yasal süre içerisinde icra mahkemesinde dava açılmış olsun.
“Mahkemece,
davacının işletmeye uygun ortamı bulunmadığından hacze konu hayvanların ücreti
mukabilinde borçluyla aynı yerde ikamet etmediği anlaşılan borçlunun oğlunun
elinde bulunduğu ve üçüncü kişiye ait olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne
karar verilmiş, karar davalı alacaklı vekili ile vekalet ücreti yönünden davacı üçüncü kişi vekili
tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, üçüncü
kişinin İİK'nin 96. vd. maddelerine dayalı istihkak iddiasına ilişkindir.
Dava konusu
haciz borçlunun oğlu ...'in huzurunda yapılmış olup, taraflarla ilgili Yargıtay
17. Hukuk Dairesinin 2012/10904 Esas, 2013/18245 Karar sayılı kararında,
21.6.2010 tarihinde hayvanların borçlu ile oğlunun birlikte faaliyette
bulundukları mandırada haczedildiği kabul edilerek davanın reddine karar
verilmesi gerektiğinden bahisle karar bozulmuş olup, bozmaya uygun olarak
verilen karar 16.5.2017 tarihinde kesinleşmiştir. 21.6.2010 tarihinde
haczedilen bir kısım hayvanın ise eldeki davaya konu haciz mahallinde hazır
bulunduğu haciz tutanağında belirtilmiştir. Yine, 21.6.2010 tarihli hacizde
borçlunun gelini, eşi M.'in yaptığı peynirleri borçlunun sattığını beyan
etmiştir. İİK'nin 97/a maddesi gereğince borçlu ve üçüncü kişinin malı birlikte
elde bulundurmaları halinde mal borçlu elinde sayılır. Bu mülkiyet karinesinin
aksinin davacı üçüncü kişi tarafından inandırıcı ve güçlü delillerle ispat
edilmesi gerekir.
İspat yükü altında olan ve
karinenin aksini her türlü delille kanıtlama olanağına sahip olan üçüncü kişi,
haczedilen hayvanların kendisine ait olduğunu, hayvan pasaportlarının
bulunduğunu iddia etmekte olup, delil olarak ise hayvan pasaportları ile çiftçi destekleme alım kaydına
dayanmıştır. Ne var ki, hayvan pasaportları, ilgilinin beyanına dayalı olarak
düzenlendiklerinden, istihkak davalarında güçlü delil teşkil etmezler. Öte
yandan, diğer delillerle desteklenemeyen tanık beyanları da ispata yeterli görülmemiştir.
Bu maddi ve
hukuki olgular ile mevcut deliller birlikte değerlendirildiğinde, davacı üçüncü
kişinin İİK'nin 97/a maddesindeki mülkiyet karinesinin aksini güçlü ve
inandırıcı delillerle ispatlayamaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi
gerekirken yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi doğru olmadığından kararın
bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı
alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA,” (Yargıtay
8. HD; 14.01.2020 tarih, E. 2017/13121 K. 2020/87 sayılı kararı)
****
Yargıtay’ın
konuya ilişkin bir diğer kararı da şu
şekildedir:
“Uyuşmazlık 3. kişinin
İİK’in
96 ve devamı maddelerine dayalı istihkak davasına ilişkindir.
Davacı 3. kişi, borçludan 11.3.2008
tarihinde boşandığını bildirerek borçlunun borcu dolayısıyla ev eşyaları
üzerine konulan haczin kaldırılmasını istemiştir.
Dava konusu ev eşyaları 3. kişi
durumundaki davacıya ait ev adresinde 1.4.2008 tarihinde haczedilmiş, davacı 3.
kişinin istihkak iddiasına alacaklı vekilince karşı çıkılmıştır. Borçlunun
takip dayanağı bonodaki adresi İstasyon Caddesi ... Yeşilköy adresidir. Borçluya ödeme emri 8.4.2008 tarihinde icra
dairesinde tebliğ edilmiş, borçlu lehine olan sürelerden feragat ederek takibi
kesinleştirmiş ve adres olarak mahkemenin kabulünün aksine takip adresi olan
İstasyon Caddesi No: ... Yeşilköy adresini bildirmiştir. Haciz ise Ürgüplü Caddesi Kuşkonmaz SK. ... Yeşilyurt
adresinde davacının huzuru ile gerçekleşmiştir. Haczin uygulandığı adres takip
yada ödeme emri tebliğ
adresi olmayıp, borçlu hacizde de hazır olmadığından, borçlunun haciz adresi
ile ilgisi saptanamamaktadır. Bu durumda İİK’in 97/a maddesinde öngörülen karine davacı yararına olup, haciz
adresinin ve hacizli malların borçlu ile ilgisinin davalı alacaklı tarafından
kanıtlanması gerekir. Davanın 3. kişi tarafından açılmış olması ispat yükünün yer
değiştirmesine neden olmaz.
Davalı alacaklı tarafından haciz
adresinin ve hacizli malların borçluya ait olduğuna ilişkin herhangi bir kanıt
ileri sürülmemiştir. Aksine ispat yükü kendisinde olmamasına rağmen davacı 3.
kişi tarafından, haciz adresinin çalıştığı firma yetkilisi tarafından
kiralandığına ilişkin 1.6.2007 tarihli kira sözleşmesi sunulmuş, bu sözleşmede davacının müteselsil
kefil olarak imzasının bulunduğu görülmüş,
yine hacizli malların bir kısmına uygunluk arzeden ve çalıştığı firma adına düzenlenen 20.7.2007 tarihli fatura
sunulmuşmr.Anılan sebeplerle haciz adresinin ve hacizli malların borçluya ait
olduğu-kanıtlanmadığından 3. Kişi tarafından açılan davanın kabulü yerine reddi
usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
O halde, davacı 3. kişinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları
kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA,” (Yargıtay
21. HD; 21.01.2010 tarih, E. 2008/19610, K. 2010/299 sayılı kararı)
Miras sebebiyle istihkak davası 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 637 ile 639 uncu maddeleri arasında düzenlenmiştir.
Miras bırakana ait tüm
malvarlığı –hukuken- miras bırakanın ölümüyle birlikte bir bütün halinde mirası reddetmemiş olan
mirasçılara geçmektedir. Bunun için ayrıca bir devir işlemine gerek
bulunmamaktadır. Buna külli halefiyet denir. Ancak kimi durumlarda mülkiyeti
–hukuken- mirasçılara geçmiş bulunan bazı malvarlığı değerlerinin fiilen
başkalarının elinde bulunması mümkündür. İşte bu gibi durumlarda mirasçıların
mirastaki üstün haklarına dayanarak üçüncü kişilere karşı dava açması ve söz konusu malvarlığı değerlerinin
taraflarına teslimini talep etmeleri mümkündür. Buna miras sebebiyle istihkak
davası denilmektedir.
“Yasal veya
atanmış mirasçı,
terekeyi veya bazı tereke mallarını elinde bulunduran kimseye karşı mirasçılıktaki üstün hakkını ileri
sürerek miras sebebiyle istihkak davası açabilir.
Bu
davada hâkim, mirasçılık sıfatıyla
ilgili uyuşmazlıkları da çözer.
Hâkim,
davacının istemi üzerine hakkın korunması için davalının güvence göstermesi veya tapu kütüğüne şerh verilmesi
gibi gerekli her türlü önlemi alır.” (TMK 637)
Davanın
kabulü halinde ne yapılacağı da kanunda düzenlenmiştir:
“Miras
sebebiyle istihkak davasının kabulü hâlinde, tereke veya terekeye dahil mal,
davacıya zilyetliğe ilişkin hükümler uyarınca verilir.
Miras
sebebiyle istihkak davasında davalı, tereke malını zamanaşımı yoluyla
kazandığını ileri süremez.” (TMK 638)
Miras sebebiyle istihkak davasında görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesi’dir.
Yetkili mahkeme ise ölen kimsenin son yerleşim yeri mahkemesidir (HMK m. 11/1-a, TMK; m. 576/2).
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun miras sebebiyle istihkak davasında zamanaşımını düzenleyen maddesi şu şekildedir:
“Miras
sebebiyle istihkak davası, davacının kendisinin mirasçı olduğunu ve iyiniyetli
davalının terekeyi veya tereke malını elinde bulundurduğunu öğrendiği tarihten
başlayarak bir yıl ve her hâlde mirasbırakanın ölümünün veya vasiyetnamenin açılmasının
üzerinden on yıl geçmekle
zamanaşımına uğrar.
İyiniyetli olmayanlara karşı zamanaşımı süresi yirmi yıldır.” (TMK; m. 639)